Friday, July 6, 2012



http://www.theatlanticcities.com/jobs-and-economy/2012/07/beijings-olympic-ruins/2499/


Sürdürülebilir – Post-Olimpik Söyleşi

Francis Bacon ile “Bitmeyen Söyleşi”yi yapan ve sanatçılarla sürekli görüşmeleri yöneten İngiliz eleştirmen ve modern sanat küratörü David Sylvester modelinden etkilendim. “Bitmeyen Söyleşi” tekrarlanan, sanatçı ile sürekli diyaloğu mümkün kılan bir söyleşi dizisi; sanatçı ya da ilham alınacak kişideki tüm değişimleri farketmemizi sağlıyor.

Post- Olimpik maraton da 2005’te Ai Weiwei ile başladığımız söyleşi maratonu serisinin bir parçası. İlk Londra maratonu 2006’da Serpentine Galeri’de Rem Koolhaas ile oldu, Julia Peyton-Jones ve ben onu ve Cecil Balmond’u Serpentine alanını düzenlemeleri için davet etmiştik. O günden bu yana dünyanın çeşitli yerlerinde 18 maraton gerçekleştirdik.

Çin sanat çevresinden neredeyse herkes Olimpiyatlar sırasında bir şeyler yaptı – projeler, sergiler, v.s. Organizasyon-kültür dünyasında mirasa ve kalıcılılığa yönelik düşünmek ilginç. Uzun süreli gelişimde ve kültür üzerindeki etkisiyle bu organizsyonlar gerçekte ne anlama geliyor?Biz de post- Olimpik süreçte Zhang Wei ve Hu Fang ile birlikte Çin’i yansıtacak disiplinler arası anlama maratonu düzenlemeye karar verdik, söyleşi ve tartışmalarla mini-maratonu yarattık. Olimpik yılın son günü ve yeni yıl arifesiydi.

--------------------------------------------------

HUO: Bu mini-maratona Ai Weiwei ile başlamak çok heyecan verici. Bu ilk söyleşimiz değil, daha önce pek çok ortamda söyleşi kaydettik seninle. İlk olarak Beijing’de post- Olimpic anda, 2008’in bu son gününde neler hissettiğini sormak istiyorum.

AWW: 2008’in son gününde ilk söyleşi yapılan kişi olma ayrıcalığı bana ait. Bana post- Olimpik süreci soruyorsun: Beijing’de yaşayan bir Çin’li olarak Olimpiyatlarla ilgili çok net hislerim var. Anlamsızlığı ile ilgili de söyleyecek çok sözüm. Hiçbir şeyin net olmadığı, sosyal durumun ilkel olduğu -ki kimsenin bireysel hiç bir dileğini söze dökemediği bir bölgede yaşıyoruz. Kamusal anlamda iletişim ve en temel soruların tartışılması imkansız. Herkes, özellikle sanatçılar, 2008’de, Olimpiyatlardan sonra Çinlilerin hala niçin böyle bir durumda sıkışıp kaldığını sorgulamak durumunda. Eğer sanatçılar, toplumsal bilince ve insan olmanın temellerine ihanet edecekse, sanat nerede duruyor o zaman? Bu sebeple 2008’in haklarımızı savunma yılı, insanların uyanmaya başladığı yıl olduğunu düşünüyorum. İnanıyorum ki Çinliler 2009’da daha ciddi sorunlarla yüzleşecekler. Eğer sistemimiz iletişimi reddetmeye devam ederse, herkesin eşit doğduğu gerçeğini gözardı ederse, niçin böyle bir sistemi kabul edelim? Bu herkesin sorması gereken bir soru. Bunu sormadıysan aptalsın ve hemen çıkıp gidebilirsin burdan.

HUO: Yıllar önce ergenlik dönemimin sonlarına doğru İsviçre’yi terk ettiğimde, ailem küçük kasaba gazetesinden makaleler kesip yıl sonunda bana verirlerdi. Global dünyadan hangi sanat haberlerinin o küçük kasabaya ulaştığını görmek çok ilginç bir deneyimdi. Ben büyürken 1980’lerde, Joseph Beuys, ‘sosyal heykel’ ve Andy Warhol’un ‘Son Yemek’i gibi büyük projeler ile ilgili yazılar çıkardı; ama son yıllarda kasabaya ulaşan haberler sadece müzayedelerle ilgiliydi. Şimdi tek istisna Ai Wei Wei, sadece sanat dünyasının sınırlarını aşan son Documenta projen değil, özellikle de blogun. Söyleşiye başlamadan hemen önce izleyiciler arasından bir beyefendi yaklaşıp, blogunun kapatılmamış olmasına şaşırdığını söyledi. Blogunu 21. yüzyılın ‘sosyal heykel’i olarak düşünüyorum, bu nedenle bloga nasıl başladığını, blogdaki günlük pratiğini ve şu anda nasıl gittiğini sormak istiyorum.

AWW: Benim blogumun başkalarınınkinden çok bir farkı yok. Sadce ara vermeksizin belli konulardaki kişisel endişelerime dikkat çekiyorum. Bunlar genellikle sanatçının ifade hakkı ve bireysel hakların ifadesi ile ilgili. Çin gibi bir toplumda, haklar ve ifade özgürlüğü konuları kaçınılmaz olarak politik oluyor. Onun için de kendiliğinden politik bir figür oluyorum. Bunda yanlış bi tarafın da olduğunu düşünmüyorum, böyle bir zamanda doğduk ve sorunlarımızla dürüstçe yüzleşmemiz gerekiyor. Tam olarak blogumun niye kapatılmadığını bilebilecek konumda da değilim. Bence büyük tehlike bilmediğiniz zamanda bilmediğiniz yerden gelir. Onun için spekülasyon yapamam.

Blog yazmaya nasıl başladığım konusuna gelince: bununla ilgili konuşmaya değecek bir şey olduğunu sanmıyorum. Aynı eski hikaye, bir şey yapmaya başlarsın, bir sürü olanak sağladığını görürsün. Sanırım internet ve bilgi çağı insanoğlunun karşı karşıya geldiği müthiş bir süreç. Şükürler olsun bu döneme, insanlık sonunda bağımsız olma fırsatına, bilgiye ulaşma serbestliğine ve özgür iletişim olanağına sahip. Hala bu konuda kısıtlamalar olsa da, insanların bağımsız olabilmeleri için fırsat var.

HUO: Bloguna girişlerinden örnekler verebilr misin bize? Çin’e son geldiğimde, anneannenin evinin yönetim tarafından boyanışını protesto etmek üzere gidip yeniden düzenlemiştin, şimdi neler var merak ediyorum.

AWW: Kısaca bir iki örneğe bakalım. Tabii bu yıl Çin için çok hareketli bir yıldı. Yılın başında kar fırtınaları yaşadık, Wengan karışıklığı, onu izleyen Tibet karışıklığı, Sichuna’da deprem ve Olimpiyatlar. Bir de benim özellikle üzerinde durduğum, Yang Jia davası. ( Yang Jia Beijing’li, 2008’de 6 Shangai polisini öldürmekten tutuklandı ve dava Çin’de tartışmalara sebep oldu.) Blogların dikkatine sağlık, bu kişisel dava toplumsallaştı, insanların Çin’deki adalet sistemini ve bürokratik süreci sorgulamalarını sağladı. Tabii sonuç talihsizdi, ama en azından süreç şeffaftı. Yang Jia’nın külleri, infazın üzerinden bir ay geçmesine rağmen hala annesine verilmedi. Anne polis tarafından farklı bir isimle ruh hastalığı teşhisi ile hastanede tutuluyor. Bütün bunlar Olimpiyatlar sırasında ve sonrasında Beijing’de oluyor. Böyle bir şeyin Çin’de olması inanılmaz. Çünkü hep Çin Komünist Partisinin adil olduğunu düşündük, böyle bir şey kesinlikle olamazdı. Şimdiyse otoritelere karşı gelen ya da muhalif olan bir sürü insanın akıl hastanelerinde öldüğünü öğreniyoruz. Sanırım bu benim en vahşi tahayyülümün de ötesinde.

HUO: Yakın zamanda başka bir kitleyi işaret ettin, 2008’de sütten zehirlenenlerin skandalı, bize Mini-Maraton için yanında getirdiğin objeyi gösterirsen seviniriz. Sanırım özel bir anlamı var.

AWW: Bir dükkanın isteği üzerine, bir şey getirmem gerekti. İnternet üzerinden bir torba Sanlu süt tozu aldım. Online satış sitesi Taobao’dan, yetişkinler için olduğu yazılı üzerinde. Ortaya çıktı ki, ellerinde 10 adet var ve sadece 4 tanesini satabiliyorlar. Sonra fiyat çok yükseldi; nasıl iş yapılacağını iyi biliyorlar, çok ilginç (izleyici gülüyor- çevirenin notu: 2008’de Çin’de Sanlu-Group tarafından üretilen yüksek proteinli süt tozlarının 860’ı bebek 300.000 kişide böbrek hasarlarına sebebiyet vermesi ile ortaya çıkan skandal http://en.wikipedia.org/wiki/2008_Chinese_milk_scandal) Bu sabah Beijing News baş sayfadan iki sözde failin Shijiazhuang şehrinde tutuklanıp mahkemeye çıkarıldığı haberini veriyor. Bir tanesi şöför. 200.000 çocuğun zarar gördüğü, tüm toplum sağlığının tehlikeye atıldığı böyle bir durumda görüyoruz kii yönetimin hiç bir sorumluluğu yok. Sorumluluk bir sürücününmüş; gülünç.

HUO: Bolguna gelecek olursak, son sefer konuştuğumuzda iyimser olup olmadığını sormuştum, internet sbebiyle çok iyimser baktığını, inanlık için olabilecek en güzel şey olduğunu, çünkü bir şekilde eski değerler sistemini çatlatıp dünyayı yeni bir değerler sistemi ile tanıştırdığını söylemiştin. Sanatın interneti müzik dünyası kadar sık kullanması halinde, kayıtlı sesin yayılması gibi bütünün bir parçasına dönüşeceğini anlatmıştın. Hatta sanatın internetle ilişkisi daha kuvvetli gibi. Merak ediyorum anlatabilir misin, blogundan öte, sanat internet ilişkisini nasıl görüyorsun? Gelecekte galerilerin internet üzerinde olması gibi bir durum söz konusu mu?

AWW. Kusura bakma, sürekli politikadan söz ettim. Hatta alaycı bir üslup kullandığımı fakettim. Ama sen böyle sorular sorunca cevaplamam lazım. Neyse sonunda sanatın geleceği konusuna geldik. Bugünün hayat tarzına ve teknolojilerine takılıp kalırsa sanatın çok geleceği yok bence. Bütün bu eski tablolar, heykeller sadece eski anılar olarak kalacak, geçmişte yaşayan insanların ilgisini çekecek tabii. Ama inanıyorumki, iyi ki bilgisayar ve iletişim teknolojilerinin sunduğu olanaklar var, bu yeni alanda sanatla ilgili büyük değişiklikler olacak. Gelecekte değişim kapsamlı bir şekilde ve saldırganca devam edecek. İletişimin ve üretimin bu yeni metodları daha büyük keyif vereceği için Beijing Güzel Sanatlar Akademisi, Çin Sanat Akademisi gibi boktan okullara da kimsenin ihtiyacı kalmayacak. Aptal renklere bulanmış fırçaları ile korkunç tablolar yapıp müzayedelerde uçuk fiyatlara satan berbat hocalar! Çok aşağılık, yobaz insanların basit kriterleri. İnanıyorum ki bu dönem bitecek.

HUO: “Sosyal Heykel” olarak blog fikrini daha önce Herzog & de Meuron işbirliği ile gerçekleşen Olimpik stadyum ile bağlantılı konuşmuştuk. Geçtiğimiz günlerde İsveç dergisi Parkett (no:81) de Jacques Herzog ve Bice Curiger ile bir söyleşi yaptınız Herzog sizin stadyumu aslında kamusal bir heykel olarak tasarladığınızı söylemiş, bir kent bahçesi gibi, herkesin tepesine tırmanabileceği, buluşup dans edebileceği, bir batı kentinde insanların yapamadığı bir sürü hoş şeyin yaşanabileceği; bir de Eiffel Kulasinin Dünya Fuarından sonra daha başarılı olduğunu söylüyor. Sen de Herzog’a hak veriyorsun ve Olimpiyatlardan sonra stadın daha iyi kullanılacağını hissettiğini söylüyorsun, tasarımın demokratikleşeceğini. Şu an Olimpiyatların hemen sonrasında, stadyumun kullanılışını nasıl buldun, beklentilerin gerçekleşecek mi, zaman içerisinde kullanım nasıl değişir?


AWW. Bence bu büyük bir spor olayı için bir stadyum. Biz tasarımı kabul ettiğimizde Olimpiyatların Çin’de bir reformu tetikleyebileceğini, Çin’in dünya iletişimine, tüm dünyadaki değerler sistemine katılacağını düşünmüştük. Ama Olimpiyatlarda olan düşündüğümüzün tersinden öte, daha da geri bir adımla, Olimpiyatlar süresince Çin’in polis devletine dönüşmesi oldu. Vatandaşların hareketleri ciddi şekilde kısıtlandı. Çok söylenecek bir şey yok, geldi geçti. “Kuş Yuvası” kentin bir olanağı, kent tasarımının bir parçası, gelecekteki işlevleri elbette Olimpik oyunlardan daha önemli. Kentle bağlantısı, fiziksel işlevi ve simgelediği ruhla, daha önemli olmalı. Tabii fazla ümitlenemeyiz, ama umarım bir gün, vatandaşların kutlama yaptıkları, sivil toplumu temsil eden bir saray olma şansına erişir.

HUO: Stadyum fikri yalnızca mimari olarak değil, kentleşme konusunda da Beijing’i sorgulamamıza neden oluyor. Söyleşi maratonlarının gerçekleştikleri kentin portresini çıkarabilmek gibi de bir işlevi var. 2008’in Beijing’ine dair görüşlerini merak ediyorum, çünkü burası sıradışı videolarınla haritalandırdığın, çalıştığın kent. Beijing ile ilgili senden daha fazla bir şeyler duymak isteriz.

AWW: Beijing 17 milyon nüfusu ve pek çok göçmeni ile büyük bir kent. Fakat Çin’deki diğer kentler dahil yaşadığım en insanlıkdışı kent. Bunda yanlış olan bir şey yok tabii. İnsanlıkdışı bir toplum olduğumuz için, böyle insanlıkdışı da bir kentte yaşıyoruz. Toplumumuzu çok güzel temsil ediyor. Yanı sıra benim kentle ilişkim de öyle karmaşık değil. Kent merkezine en fazla on kere gitmişimdir bu yıl – beş, biraz abartayım. Tamamlandıktan sonra Olimpik Stadyuma hiç gitmedim. En azından oraya şu an hiç gitmek istemiyorum, onun için de bu konu üzerine fazla konuşmayacağım.

HUO: Milano’daki Abitare Dergisi şef editörü, mimar ve kent planlamacısı Stefano Boeri hep der ki bir kentin sentetik imajını oluşturmak imkansızdır çünkü kent çok karmaşıktır; haritasını çıkarmak istediğimizde bizden kaçar. Bu tam da Oscar Kokoschka’nın bir kentin portresini yapmanın imkansızlığına dair sözlerine ayna tutuyor; tam bir açıdan yakalamışken, kent değişmiştir bile. Ben çok merak ediyorum bu kent portresi meselesini; sen Beijing ile ilgili çok güçlü video işleri yaptın sana bu video işlerinle Beijing’in haritasını nasıl çıkardığını sormak istiyorum.

AWW: Kentin dört videosunu yaptım. Beijing Tsinghua Universitesi Sanat ve Tasarım Akademisi son sınıflara ders vermemi istedi. Ben hiç bir okul bitirmediğim için, okullarda kendimi bayağı değersiz hissederim. Nasıl ders vereceğimi ben seçersem veririm dedim. Kabul ettiler. Bir otobüs kiralayacağımı ve derleri otobüste vereceğimi söyledim. Öğrencilerimle 16 gün otobüsteydik. Bir plan yaptık ve Beijing’i 16 parçaya böldük. Her gün bir bölümün tüm sokaklarını dolaştık. Görev şehirle ve hareket halindeki otobüsle ilgili bir şey yapmaktı. Otobüsün önüne bir kamera yerleştirdim. Bu 16 günde 150 saat uzunluğunda bir video tamamladım. Basitçe kamera bir monitör işlevi görüyordu ve sürekli ileri doğru hareket ediyordu. İşte Beijing 2003 bu. Beijing’’in görsel haritası, arabaların girebildiği bütün yan yollar ve caddeler. Tabii k kayıtlar sırasında ve sonrasında, caddeler değişti ya da yokoldu. Bir de Chang’an Caddesi diye bir video yaptım. Doğu Chang’an caddesinden batı Chang’an caddesne, caddenin doğu ve batı arasındaki çevre uzunluğu 43 kilometre. Her 50 metrede bir dakikalık videolar çektm. Birleştirince video 10 saatten biraz uzun oluyor. Kırsal alanlardan ticari semtlere, politik merkez Tiananmen Meydanından Xidan’a, Capital Steel’de son bularak bütün Beijing kaydedilmiş oldu. Bunların hemen sonrasında, ikinci ve üçüncü cadde çekimlerini yaptım. 30 kadar yürüyüş yolu var ikinci caddede. Köprülerin her iki yanından birer dakikalık çekimler, toplamda 60 dakika oluyor. 3. caddede 50’den fazla köprü var. 2. ve 3. caddelerin farkı şu: 2. caddenin tüm çekimleri bulutlu günlerde yapıldı, 3. cadde çekimleri ise güneşli günlerde. Videoyu izlemeye başladığın anda 2. mi 3. mü anlıyorsun. Çok fenomelojik kayıtlar yaptım kentle ilgili. Çok da gerçek ama.





HUO: Evvelsi gün Rem Koolhaas ile konuşurken, kentler giderek kontrollü alanlara dönüşeceği için, gelecek kırsal bölgelerde olacak –belki oralarda daha fazla olanak var dedi. Buna katılıyor musun merak ediyorum. Gelecek kentlerde m, kırsalda mı, yoksa her ikisi mi?

AWW: Belki gelecek Koolhaas için kırsaldadır. Ama bence insanlığın geleceği hala kentlerde. Kent insanlara daha güçlü olanaklar ve kolaylıklar sunuyor. Tabii bilişim alanı bunu değiştirebilir. Ama verimlilik uğruna ve insanın artan çılgınlığıyla, kentsiz yaşanamaz.

HUO: Bu bizi senin manifeston sorusuna götürüyor, bu yılın başında Serpentne Galeride bir manifesto maratonu yaptık; ne yazık ki senin başka yere sözün vardı Londra’ya gelemedin. O günden beri merak ediyorum, 21. yüzyıl için senin manifeston ne olabilir?

AWW: Soru biraz büyük. Dürüst olmak gerekirse, bu konuya dair çok söyleyecek birşeyim yok. Hissettiğim bizlerin en basit ihtiyaçlara ve temel değerlere ulaşma güçlüğümüz. Onun için bu soruya cevap verebilecek durumda değilim.

HUO: Jacque Herzog ile konuşmanı okuyordum, daha önce hiçbir yerde olmayan Beijing için projelerinden çok söz etmişsiniz.Gerçekleşmemiş projelerinden: çok büyük olduğu için gerçekleşmeyen, ya da çok küçük olduğu için gerçekleşemeyecek olanlar, düşlerin, ütopyaların, bunları anlatır mısın?

AWW: Elbette, herkes gibi benim de tabağımda bitirmem gerekenler var. 2009’da dört kişisel sergi açacağım. İlk kişisel sergim 2004’teydi, bunlar bana çok tekinsiz geliyor. Gelecek yıl birleştirilmiş 10.000 metrekare alanda dört çok büyük sergi var. Bu beni çok meşgul ediyor. Bunların hala eski sanat çerçevesinde icraatlar olduğunu düşünüyorum. Tabii hala blogumdan çok memnunum. Bu sabah saat altından sekize kadar, çalışma arkadaşlarım gelmeden önce bloga iki giriş daha yaptım. Bunu daha ilginç buluyorum. Herşeyi bir kenara bırakıp sadece blog yazabileceğim fırsatım olur mu merak ediyorum. Böyle küçük sevinçlere çekildiğimi keşfettim. Hergün elime iğne iplik veriyor blog.

HUO: Sanat, mimari ve blogunla ilgili konuştuk. Son sefer edebiyatla ilişkin üzerine konuşmuştuk, müzik ile ilgili hiç konuşmadık. Dan Graham, sanatçılarla sohbet ederken onların ne tür müzikler dinlediklerini bilmek önemlidir der, sormak istiyorum sen ne tür müzik dinlersin?

AWW. Utanıyorum ama bu son soru yanıtlayabileceğim en zor soru. Çünkü hayatım boyunca hiç bir müzikten etkilenmedim. Ben müzikle işi olacak son insanım. Tabii severim müzik dinlemeyi. Ama hiç özel olarak müziğe gereksinim duymadım. Onun için bence en güzel müzik sessizlik ve susmak.

HUO: “Sanatçının Stüdyosunda” adlı söyleşilerinde James Lipton bazı soruları yineler. En sevdiğin sesi –sessizlik- söyledin, en az sevdiğin?

AWW: Sevmediğim sessizlik müziğinin bozulması.

HUO: En sevdiğin sözcük?

AWW: Özgürlük.

HUO: En sevmediğin sözcük?

AWW: Belki kendi adım. (seyirci güler)

HUO: Seni ne tetikler?

AWW: Sana söylemem. Tetikleyicimi paylaşmak istemiyorum. (seyirci güler)

HUO: Seni herşeyden çok sinir eden şey?

AWW: Çişim geldiğinde tuvalet bulamamak. (seyirci güler)

HUO: Hepimizin beklediği an?

AWW: En az istediğimiz an.

HUO: Hayalinin işi ne olurdu?

AWW. Söyleşiler yapmak. (seyirci güler)

HUO: En nefret ettiğin iş?

AWW. Söyleşilerin sona ermesi. (seyirci güler)

HUO: Eğer tanrı varsa, ahiret kapısında sana ne desin isterdin? Bu soruyu Al Pacino “üç kez prova yapalım” diye yanıtlamış.

AWW. Nasıl geldin buraya? (seyirci güler)

No comments:

Post a Comment